Ne yiyorsanız o'sunuz diye bir söz vardır. Ne kadar da doğru.

Ama bunu bir basamak daha ileri götürmek gerekli. Eğer yediklerimizi sindiremiyorsak, yemiş sayılır mıyız? Tabii ki hayır! O halde düzeltelim:

Ne sindirebiliyorsanız o'sunuz!

Yediklerimizi sindirmenin birinci istasyonu ağız. Ağızda dişler öğütme işlemini yaparlar. Tıpkı hamur yaparken, elle, yumrukla veya makine ile karıştırmak gibi... Ağızdaki sindirim salgısı, yani bol miktarda amilaz içeren tükürük de una katılan su gibidir. Ne ıslatmadan hamur olur, ne de suyu hamurun üstüne boca edip, tamam hamur oldu demek mümkündür. Una su katılacak, yoğrulacak, karıştırılacak ve yeterince zaman bu işlem sürecek.

Ağız sindirimi tam da böyledir.

Sonra sıra mideye gelir. Mide ağız sindirimi bitirilmiş halde teslim aldığı işi, kendi asitliği ile işlemeye devam eder. Bu işlemlerden geçmiş besinler bayrak yarışı gibi pankreasa ve sonra karaciğer, ince barsaklar ve kalın barsaklar şeklinde elden ele işlenerek taşınırlar.

Bu muhteşem görev dağılımını unun elenmesi, hamurun yoğurulması yufkanın açıklaması, börek haline getirilmesi, sonunda pişirilmesi gibi benzetecek olursak, çiğnemenin önemini çok daha kolay kavrarız. Doğru dürüst yoğrulmamış bir hamur düşünün. Kimi yerleri topak topak, kimi yerleri cıvık, kimi yerleri un halinde... Ve bunu yufka açacak ustanın önüne koyduğunuzu düşünün... Sonra da fırından doğru dürüst bir börek beklediğinizi düşünün. Ne kadar mümkün?

Çiğnemeden yuttuğunuz her lokmada bu topak topak hamur benzetmesi aklınıza gelsin...

(Haa! Bu arada biz sağlığını gerçekten düşünen insanlar olarak börek yemeyiz değil mi? Neden? Un var içinde... Unun içinde de buğday, hem glisemik indeksi yüksek, hem gluten içeriyor, hem de genetiği değiştirilmemiş buğday nerede kalmış ki!)

***

Beslenme ile ilgili çok kitap var. Hepsi başka bir yönü vurguluyor. Beslenmede sindirmenin önemini daha fazla öğrenmek isterseniz, işte Sindirim Sanatı. Değerli meslektaşımızın ellerine, emeklerine sağlık...